Dark'n Stars
Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) Yasak
Dark'n Stars
Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) Yasak
Dark'n Stars
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Dark'n Stars


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Atasözleri (V-Y-Z Harfleri)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Administratör
..:: уöηєтι¢ι ::..
..:: уöηєтι¢ι ::..
Administratör


Mesaj Sayısı : 828
Rep Gücü : 2103
Doğum tarihi : 20/02/93
Yaş : 31
Lakap : |__IssIz_AdaM__|

Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) Empty
MesajKonu: Atasözleri (V-Y-Z Harfleri)   Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) I_icon_minitimeC.tesi Nis. 25, 2009 6:12 pm

Vadesi gelmek (yetmek): 1. Ömrü sona ermek, eceli gelmek, ölmek. 2. Süresi dolmak, ödeme zamanı gelmek.”Vadesi geldi geçiyor ama senet sahibi hâlâ ortalıkta görünmüyor.”

Vakit geçirmek: Oyalanmak, bazı şeylerle meşgul olarak zamanın geçmesini sağlamak.”Top oynayarak vakit geçirebiliriz sanırım.”

Vakit kazanmak: 1. Karşı tarafı oyalayarak zamanı uzatmak. 2. Bir şeye ayrılan ya da harcanan zamanı uzatmak.”Sen onu meşgul et ki hemen yola çıkmasın, bu sayede biz de biraz vakit kazanmış oluruz.”

Vakitli vakitsiz: Rastgele bir zamanda, gelişigüzel, uygun bir zamanı gözetmeden.”Vakitli vakitsiz gelip giderdi evine.”

Vaktini almak: Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı tutmak.”Vaktini alıyorum ama başka çarem de yok.”

Vaktini öldürmek: Zamanını yararsız, gereksiz, boş işlerle ya da hiç iş yapmadan, boş yere geçirmek.”Bu kazanç getirmeyen işle bütün vaktini öldürecek misin yani?”

Vaktini şaşmamak: Tam zamanında.”Vaktini şaşmaz o, göreceksin şimdi gelecek.”

Vara yoğa karışmak: Her şeye, üstüne lâzım olsun olmasın her işe karışmak.”Üvey annemin vara yoğa karışmasından bıkmış usanmıştım iyice.”

Varlık göstermek: Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek.”Oynadığı ilk oyunda bir varlık gösteremedi.”

Varlıkta darlık çekmek: Elinde her imkân olduğu hâlde bunlardan yararlanamamak, sıkıntıya düşmek.

Vay canına!: Şaşma, öfke duygusunu dile getirmek için kullanılır.

Vebali boynuna olmak: Bir işin günahını yüklenmek.

Velveleye vermek: Gereksiz bir heyecana, telâşa düşürmek.”Bir anda ortalığı velveleye verdiler; bağırmaya, sağa sola koşmaya başladılar.”

Verip veriştirmek: Ağır sözler söylemek, ağzına ne gelirse söylemek.”Yüzüne karşı verip veriştirdi ama o tek kelime bile söylemedi.”

Veryansın etmek: Hiç insaf göstermeden, acımadan saldırmak; ağzına geleni söylemek.

Vıcık vıcık: Sulu ve gevşek olmak, basıldığında ses çıkarmak.”Etraf vıcık vıcık çamurdu, yürüyemiyorduk.”

Vıdı vıdı etmek: Söylenip durmak, hemen her şeyi eleştirip beğenmediğini söyleyerek durmadan konuşmak, etrafındakileri rahatsız etmek.”Sus artık, vıdı vıdı edip kafamı şişirdiğin yeter.”

Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek): Hiç önemsememek, aldırış etmemek.”Onun sözleri vız gelir bana, önce kendine söz geçirsin.”

Viraneye çevirmek: Yakıp yıkmak, yıkıntı durumuna getirmek, harap etmek.”Beş gün geçmeden viraneye çevirdiler evi.”

Voli vurmak: Haksız olarak kazanç elde etmek, vurgun vurmak.

Volta atmak: Bir aşağı bir yukarı dolaşmak, gidip gelmek.”Canımız sıkıldıkça avluda volta atıp dururduk.”

Vur abalıya: Bütün yükün yumuşak huylu kişiye yüklenmesi; sessiz, güçsüz kimsenin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumunda karşıdaki kişiye sitem yollu söylenir.

Vur dedikse öldür demedik ya!: Bir isteği, dileği yerine getirirken aşırılığa kaçıp da işi berbat edene karış söylenir.

Vurduğu yerden ses getirmek: Eli ağır olmak, çok kuvvetli vurmak.

Vurdumduymaz Kör Ayvaz: Umursamaz, aldırmaz, duygusuz ve kayıtsız kimse.

Vur patlasın çal oynasın: Aşırı zevk ve eğlence; aşırı zevk ve eğlenceye düşkün kimsenin parasını bu yolda harcamasını anlatır.”Vur patlasın çal oynasın sabaha kadar tepinip durdular.”

Vurucu güç: Çok etkin silâhlarla donatılmış, özel eğitim görmüş askerî birlik.”Ordu içinde vurucu bir gücün oluşturulması konusunda fikir birliğine vardılar.”

Vücuda getirmek: Oluşturmak, meydana getirmek, var etmek.”Bütün bu canlıları Yüce Allah`tan başka kim var edebilir ki?”

Vücudunu ortadan kaldırmak: Öldürmek.”Sabaha kadar adamın vücudunu ortadan kaldırın, yoksa başımıza çok iş açacak.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://dark.nstars.org
Administratör
..:: уöηєтι¢ι ::..
..:: уöηєтι¢ι ::..
Administratör


Mesaj Sayısı : 828
Rep Gücü : 2103
Doğum tarihi : 20/02/93
Yaş : 31
Lakap : |__IssIz_AdaM__|

Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) Empty
MesajKonu: Geri: Atasözleri (V-Y-Z Harfleri)   Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) I_icon_minitimeC.tesi Nis. 25, 2009 6:13 pm

Ya Allah deyip (atılmak): Cenab-ı Hak`a sığınarak (atılmak).”Ya Allah deyip düşmanın üzerine atıldı.”

Yabana atmak: Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak.”Babanın sözlerini sakın yabana atayım deme.”

Yabancılık çekmek: Bir iş ya da çevrede yabancı olmaktan dolayı ortaya çıkan zorlukların etkisinde kalmak.”Ona hiç yabancılık çektirmedi.”

Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli: “Bu işi mutlaka yapmalısın, başka yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsın.” anlamında kullanılır.

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe: “Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedecek, batıracak” anlamında söylenir.

Yad eller: 1. Baba ocağından uzak yerler, gurbet. 2. Yabancı kimseler, yabancılar.”Yiğidim yad ellerde kalmasın, dönsün geri Rabbim.”

Yâd etmek: Anmak, hatırlamak.”Seni her gün yad ederiz buralarda.”

Yağ bağlamak: Semirmek, üzerine biriken yağ katılaşmak.

Yağ bal olsun: “Yediğin, içtiğin helâl ve afiyet olsun” anlamında söylenir.

Yağcılık etmek: Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak.”Öğrenci öğretmenine yağ çekiyor, gözünün içine bakıyor, bu şekilde iyi not alacağını sanıyordu.”

Yağlı ballı olmak: Araları çok iyi, içli dışlı, samimi olmak.”Öyle yağlı ballı olmuşlardı ki birbirlerine her şeylerini anlatıyorlardı.”

Yağlı kapı: Çalıştırdığı kimselere bol kazanç sağlayan kimse, kuruluş, aile ya da yer.”Herkese nasip olmaz öyle yağlı kapı.”

Yağlı kuyruk: Kolayca ve bolca yararlanılabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek iş veya kimse.”Bulmuşsun bir yağlı kuyruk, çek babam çek!”

Yağlı müşteri: Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı.”İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı.”

Yağma gitmek: Bir şey çok alıcı bulup çok satılmak, kolay müşteri bulmak.”Kapanın elinde kalıyor, yağma gidiyor, koş koş, sen de yetiş!..”

Yağma Hasan`ın böreği: Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak.

Yağma yok: “Öyle şey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin” anlamında bir tutumun ya da davranışın yanlışlığı ifade etmek için kullanılır.

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karşılaşmak.

Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Kazanma fırsatı varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek.”Bana bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken küpünü doldur yoksa pişman olursun.”

Yağ tulumu: Çok şişman, çok yağlı.”Birkaç ay sonra yağ tulumu olacak, şuna birisi söylese de çok yemese.”

Ya herrü (herro) ya merrü (merro): “Tehlikeyi göze aldık, giriştiğimiz işte ya batar ya da çıkarız” anlamında kullanılır.

Yahudi pazarlığı: Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık.”Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen.”

Yakadan atmak: Savıp kurtulmak, başından atmak. “İnan onu yakamdan atmaya çalışıyorum.”

Yaka paça: Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak (götürmek).”Polisler adamı yaka paça götürdüler.”

Yakası açılmadık: Hiç duyulmadık, bilinmedik, ayıp söz, küfür.

Yakasına sarılmak: İstediği şeyi almak ya da dövmek için tutup bırakmamak, zorlamak.”Çocuk annesinin yakasına sarılmış balon diye ağlıyordu.”

Yakasına yapışmak: Hesap sormak ya da bir şey istemek için tutup bırakmamak.”Beni de götüreceksin diye yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım.”

Yakasını bırakmamak: Bezdirecek kadar üstüne düşmek, ısrar etmek, yanından ayrılmamak.”Ne olursa olsun yakasını bırakmayıp paramı alacağım ondan.”

Yakasını kaptırmak: Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona bağlanmış olmak.

Yakayı sıyırmak: Kurtulmak, kaçmak.”Çok şükür şu adamdan yakayı sıyırdık.”

Yaka silkmek: Bıkıp usanmak; bir iş, durum, yer ya da kimsenin olumsuz yanlarından tedirginlik duyduğunu belirtmek.”Doğrusu yaka silkinecek bir iş seninki de.”

Yakayı ele vermek: Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek.”Mahallenin hırsızı sonunda yakayı ele verdi.”

Yakayı kurtarmak: Umulmazken bir işten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak.”Bu pis işten yakayı nasıl kurtardık hâlâ anlayabilmiş değilim.”

Yakınlık duymak: Birine karşı sevgi ve ilgi duymak, yabancılık hissetmemek.”Hayatta yakınlık duyduğum tek insandı.”

Yakışık almamak: Yerinde olmamak, uygun düşmemek, yaraşmamak.”Çocuğu herkesin içinde azarlaman hiç de yakışık almadı.”

Yalancı pehlivan: Yapamayacağı bir işi yapabilecekmiş gibi görünen kimse, palavracı.”Yalancı pehlivanın biridir o, ona güvenmeyin.”

Yalancısı olmak: Doğruluğu bilinmeyen, inanılmayacak sözleri bir başkasından işiterek söylemiş olmak.”Ben şefin yalancısıyım, müdür ihalelerde insiyatifini kullanıyor ve rüşvet yiyormuş.”

Yalan dolan: Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranış,”Yalan dolanla iş görmeye kalkanların başına işte bunlar gelir.”

Yalan yere: Gerçeğe uygun olmayarak.”Yalan yere adamı şikâyet ettiler.”

Yalayıp yutmak: 1. İştahla, hiçbir şey bırakmadan yiyip bitirmek. 2. Kötü bir söz ya da davranış karşısında sessiz kalıp, kabullenmek.”Sofradaki bütün yemekleri yalayıp yuttu.”

Yalpa vurmak: İki yana, sağa sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek.”Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu.”

Yalvar yakar olmak: Çok yalvarıp yakarmak.

Yan bakmak: Beğenmeyerek, kötü niyetle, düşmanca bakmak.”Bu adamın her gün yan bakması artık canıma yetti!”

Yan basmak: 1. Aldanmak. 2. Kaypaklık edip dürüst davranmamak.”Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan basayım deme.”

Yan çizmek: Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak.”Üç kişi yan çizdi, demek ki ikimiz taşıyacağız bu bidonları.”

Yandan çarklı: 1. Şekeri yanına konmuş olan kahve veya çay.”Usta, iki yandan çarklı yap!” 2. Bir omuzu düşük olarak yürüyen. 3. Çarkı yanda olan gemi.

Yan gelip yatmak: Yapacak işleri olduğu hâlde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak.”Hiç çalışmıyor, yan gelip yatıyor akşama kadar.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://dark.nstars.org
Administratör
..:: уöηєтι¢ι ::..
..:: уöηєтι¢ι ::..
Administratör


Mesaj Sayısı : 828
Rep Gücü : 2103
Doğum tarihi : 20/02/93
Yaş : 31
Lakap : |__IssIz_AdaM__|

Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) Empty
MesajKonu: Geri: Atasözleri (V-Y-Z Harfleri)   Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) I_icon_minitimeC.tesi Nis. 25, 2009 6:13 pm

Yangına körükle gitmek: Anlaşmazlığı, gerginliği, kargaşalığı artırıcı, her iki tarafı kışkırtıcı söz ve davranışlarda bulunmak.”Sen karışma, çekil aralarından, yangına körükle mi gitmek istiyorsun?”

Yan gözle bakmak: 1. Kötü niyetle, düşmanca bakmak. 2. Göz ucuyla bakmak.”Tezgâhtaki mallara yan gözle bakıp geçti.”

Yanık ses: Hüzünlü, çok dertli, içindeki acıyı dile getiren ses.

Yanına bırakmamak: Kendisine yapılan kötülüklerin öcünü almak, cezasını sert karşılıklarla vermek.”Bunu, onun yanına bırakmayacağım.”

Yanına (kâr) kalmak: Kendisinden öç alınmamak, yaptığı kötülük sert karşılık görmemek, cezasız kalmak.”Adamın yaptığı yanına kâr kaldı, nasıl adalet bu?”

Yanına salâvatla varılır: Çok öfkeli, kızgın ve kibirlidir.

Yanından bile geçmemiş: Hiç ilgisi yok, en ufak benzerliği bile yok.”Sen kardeşini bir görsen, bu onun yanından bile geçmemiş.”

Yanıp tutuşmak: 1. Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemediği için de büyük üzüntü içinde olmak. 2. Kuvvetli bir aşkla sevmek.”Bakan olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu.”

Yanıp yakılmak: Sızlanıp şikâyet etmek, derdini döküp durmak.”Çoluk çocuk açtı, kimse yardım elini de uzatmıyordu, birine de yanıp yakılmayı bir türlü kendine yediremiyordu.”

Yanlış ata oynamak: Kazanmak için giriştiği işte tuttuğu yol, dayandığı kimse dayanıksız ve çürük çıkmak, dolayısıyla aldanmış olmak.

Yanlış kapı çalmak: İsteğinin yapılamayacağı bir yere başvurmak.”Meğer biz yanlış kapı çalmışız.”

Yan tutmak: Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranışlarını benimsemek, yansız olmamak.”Yan tutmayıp tarafsız kalırsan senin için daha iyi olur.”

Yan yan bakmak: Düşmanca, kötü niyetle bakmak.

Yapmadığını bırakmamak: Bütün kötülükleri yapmak, eziyet etmek.

Yara açmak: 1. Bir şeyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara oluşmasına sebep olmak. 2. Büyük dert, acı, üzüntü vermek.”Onun sözleri içimde bir yara açtı.”

Yaraya merhem olmak: Acil ihtiyaçları karşılamak.”Şu getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?”

Yardan atmak: Bir kimseyi aldatarak kazaya uğratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belâlara sokmak.”İnsan dostunu yardan atar mıymış?”

Yarı buçuk: Tam değil, çok az, tamamlanmamış, baştan savma.

Yarım adam: Güçsüz, sakat, zayıf, hasta kimse.”Ben bir yarım adamım diye beni hor göremezsiniz!”

Yarım ağızlı (söylemek): İsteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce (söylemek).”Demek sizi de yarım ağızla davet ettiler.”

Yarım yamalak: Gelişigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu.”Ödevlerini bir daha yarım yamalak yapma!”

Yarından tezi yok: En kısa zamanda, çok çabuk, geciktirmeden.

Yarı yolda bırakmak: Verilen desteği, yapılan yardımı sonuna kadar götürmemek.”Sana nasıl güvenebilirim, beni kaç kez yarı yolda bıraktın.”

Ya sabır çekmek: Kötülüklere, sıkıntılara, üzücü olaylara karşı tepki göstermemeye çalışıp, Cenab-ı Allah`tan kendisine sabır vermesini istemek.

Yaş Dökmek: Ağlamak.”Senin için az yaş dökmedi ailen.”

Yaşını başını almış (olmak): Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak.”Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır.”

Yaşını içine akıtmak: Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini bastırmak.

Yaş tahtaya (yere) basmamak: Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak.”O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir.”

Yatağa düşmek: Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak.”Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız.”

Yataklık etmek: Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, barındırmak.

Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak.”Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor.”

Yatırım yapmak: Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak.”Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık.”

Yavaş gel: “Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma” anlamında kullanılır.

Yaya kalmak: 1. Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak. 2. Yardımcısız kalmak, güvendiği yer ve kişileri kaybetmek, istediği şeyi yapamaz olmak.”İşte şimdi yaya kaldın, ne yapacaksın görelim?”

Yayan yapıldak: Çıplak ayakla, yayan.”Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek.”

Yaygarayı basmak: Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı hâlde feryat etmek.”Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı.”

Yaz boz tahtasına çevirmek: Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir değiştirmek.

Yedeğe almak: Bağlayarak arkasından çekip götürmek.

Yedi canlı: Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan.”Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?”

Yedi düvel: Bütün devletler, herkes, bütün dünya.”İstiklâl Savaşı`nı yedi düvele karşı verdik biz.”

Yediden yetmişe: En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes.”Halk yediden yetmişe silâhlanmış düşmanı bekliyordu.”

Yediği naneye bak: Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için kullanılır.

Yedi iklim dört bucak: Hemen her yer, bütün dünya.”Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu.”

Yedi kat yabancı: El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok.”Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor.”

Yeğ tutmak: Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek.”Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır.”

Ye kürküm ye: Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için kullanılır.

Yele vermek: 1. Boşuna harcamak. 2. Savurmak.”Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?”

Yelkenleri suya indirmek: Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak.”Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca.”

Yel yeperek yelken kürek: Telâş içinde, çok acele olarak, heyecanla.

Yemeden içmeden kesilmek: Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak.”Yemeden içmeden esildi, âşık mıdır nedir?”

Yeme de yanında yat: İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanılır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://dark.nstars.org
Administratör
..:: уöηєтι¢ι ::..
..:: уöηєтι¢ι ::..
Administratör


Mesaj Sayısı : 828
Rep Gücü : 2103
Doğum tarihi : 20/02/93
Yaş : 31
Lakap : |__IssIz_AdaM__|

Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) Empty
MesajKonu: Geri: Atasözleri (V-Y-Z Harfleri)   Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) I_icon_minitimeC.tesi Nis. 25, 2009 6:14 pm

Yürürlüğe girmek: Bir kanun ya da kararname uygulanmaya başlamak.

Yüzünü ağartmak: Yakınlarının övünç duymasına neden olacak beğenilir bir iş yapmak.

Yüz bulmak: Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda bulunmak.

Yüze gülmek: 1. Sevimli, çekici görünmek. 2. Yalandan dost görünmeye çalışmak.”Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar.”

Yüze vurmak: İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak.”Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu.”

Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış olmak.

Yüz görümlüğü: Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği armağan.

Yüz göz olmak: Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, lâubalileşmiş olmak.”İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar.”

Yüz karası: 1. Utanılacak bir durum. 2. Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak.”Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?”

Yüz kızartıcı: Çok utandırıcı hareket veya durum.

Yüz dökmek: Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak.

Yüz tutmak: Bir şey olmak üzere bulunmak.”Hava kararmaya yüz tuttu.”

Yüzde kalmak: 1. Derinleştirmemek. 2. Önemli şeyler meydana getirmemek.

Yüzü ak: Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak.”Alnım açık, yüzüm aktır.”

Yüzü görmemek: Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak.”Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler.”

Yüzü gözü açılmak: 1. Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak. 2. İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gelmek.

Yüzü gülmek: 1. Sevinci yüz hatlarında anlaşılır olmak. 2. Neşelenip sıkıntıdan kurtulmak, feraha kavuşmak.”Bakıyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?”

Yüzü kalmamak: Bir kimseye karşı pek borçlu bulunmak ve ondan artık bir şey isteyecek hâli kalmamak.”Bu güne kadar ne istedimse verdi. Artık yüzüm kalmadı, git, isteyebileceksen sen iste.”

Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan.

Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız.

Yüzünden (suratından) düşen bin parça olmak: Sıkıntısı, öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak.”Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?”

Yüzünden okumak: 1. Ezberden değil, yazılı kâğıttan ya da kitaptan okumak. 2. Neler hissettiğini, durumunu yüzünden anlamak.”Onun ne mal olduğu yüzünden anlaşılıyor.”

Yüzüne bir daha bakmamak: Darılıp küsmek, bir daha konuşmamak; önemsemeyip ilgisiz kalmak.

Yüzüne kan gelmek: Benzi beti yerine gelmek, sağlığına kavuştuğu yüzünün kızarmasından belli olmak; soluk rengi geçmek.”İki şişe serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi.”

Yüzünü ağartmak: Yakın çevresinin övünç duymasına neden olacak bir iş yapmak veya başarı kazanmak.”Uluslararası maratonda birinci gelerek milletin yüzünü ağarttı bu çocuk.”

Yüzünü ekşitmek: Rahatsız olduğunu, hoşnut olmadığını, öfke duyduğunu yüz ifadesiyle belli etmek.”Haydi kalk, yüzünü ekşitme öyle, çok kalmayacağız onlarda.”

Yüzünü gören cennetlik: Uzun bir süre ortalıkta görünmeyen kimseler için kullanılır.

Yüzünü kara çıkarmak: Yaptığı bir iş ya da davranışla birini utandırmak, mahçup duruma düşürmek.”Sakın onu gönderme, yüzünü kara çıkarır yoksa, pişman olursun!”

Yüzünü kızartmak: Birini utandırıp yüzünün kızarmasına yol açmak.”Onun utanacağı sözleri söyleyip de yüzünü kızartmadan duramaz mısın sen?”

Yüzünün akıyla çıkmak: Bir işe girip o işten başarı elde ederek, onurunu zedelemeden, utanılacak bir duruma düşmeden çıkmak.

Yüzü sirke satmak: Yüzünden hoşnut olmadığı anlaşılmak, asık yüzlü olmak.”Baksana, yüzü sirke satıyor adamın.”

Yüz üstü bırakmak: Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak.”İşleri yüz üstü bırakıp gitti.”

Yüzü soğuk: Ürküntü veren, hoşnutluk vermeyen, sevimsiz,”Aman ne yüzü soğuk adamdı o öyle!”

Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatırına değer verildiği için.”Hz. Peygamber`in yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Allah, bizleri inşallah bağışlar.”

Yüzü tutmamak: Bir şey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek.”Babamdan para isteyeceğim ama bir türlü yüzüm tutmuyor.”

Yüzü yerde: Alçakgönüllü.

Yüzü yok: “Bir şeyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlışlıklar yaptı ki teklif etmeye utanıyor.” anlamında kullanılır.

Yüz vermek: Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep olmak.

Yüz yüze bakmak: Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek.”Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız.”

Yüz yüze gelmek: 1. Birden karşılaşmak. 2. Bir araya gelmek.”Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://dark.nstars.org
Administratör
..:: уöηєтι¢ι ::..
..:: уöηєтι¢ι ::..
Administratör


Mesaj Sayısı : 828
Rep Gücü : 2103
Doğum tarihi : 20/02/93
Yaş : 31
Lakap : |__IssIz_AdaM__|

Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) Empty
MesajKonu: Geri: Atasözleri (V-Y-Z Harfleri)   Atasözleri (V-Y-Z Harfleri) I_icon_minitimeC.tesi Nis. 25, 2009 6:15 pm

Zahmet çekmek: Sıkıntı, güçlük, yorgunluk ve eziyetlere katlanmak.”Senin adam olman için az zahmet çekmedim ben.”

Zahmete sokmak: Birine sıkıntı, güçlük ve yorgunluk vermek; masraf ettirmek.”Adamcağızı durup dururken zahmete sokmuşsunuz.”

Zaman kazanmak: Birini oyalayarak ihtiyacı olduğu zamanı mümkün olduğunca uzatmaya çalışmak.

Zaman kollamak: 1. Uygun bir fırsat beklemek. 2. Bir işin sırasını beklemek.”Zamanını kolla öyle gir işe, zamansız girip de rezil olma.”

Zaman öldürmek: Kimi şeylerle uğraşarak belli bir zamanın geçmesini sağlamak, boş şeylerle vakit geçirmek.”Burda beklemekle zaman öldürüyoruz beyler.”

Zaman vermek: Bir iş için belli bir süre ayırmak.”Bana biraz zaman verirseniz gidip onu çağırabilirim.”

Zaman zaman: Belli olmayan zamanlarda, ara sıra.”Zaman zaman o da aramıza katılırdı.”

Zamane çocuğu: Eski nesile göre hayli yadırganacak davranışlarda bulunup sözler sarf eden kimse.”Zamane çocuğu ne olacak.”

Zar tutmak: Tavla oyununda istediği sayıyı getirmek için, atmadan önce, zarlara parmaklar arasında belli bir biçim verip öyle atmak.

Zart zurt etmek: Bağırıp çağırarak, yükseklerden atıp tutarak çıkışmak; kendini büyük göstererek kaba kuvvet gösterisinde bulunmak.

Zar zor: 1. Güçlükle, zorla. 2. “Ucu ucuna, kıt kanaat, istenilen ölçüye ancak yaklaşabildi.” anlamında kullanılır.”Zar zor getirdik adamı.”

Zehir etmek: Bir şeyin tadını kaçırmak, iyiyken kötü duruma sokmak.”Yediğim şu yemeği zehir ettiniz bana.”

Zehir zemberek: İnsanın içine işleyen, onurunu zedeleyen çok acı söz.

Zembereği boşanmak: 1. Saatin zembereği kurulmaz duruma gelmek. 2. Kendini tutamayarak uzun uzun gülmek.

Zemheri zürafası (gibi): Kışın ince elbise giyip gezenler için söylenir.

Zemin hazırlamak: Bir işin gerçekleştirilmesi için uygun ortam hazırlamak, meydana getirmek.

Zemzemle yıkanmış olmak: Biri, ötekine göre çok daha iyi nitelikte olmak.

Zerre kadar: Hiç denecek kadar az.”Onu zerre kadar sevmiyorum.”

Zevahiri kurtarmak: Bir işi gereği gibi değil de üstünkörü yapmak ve böylece söz gelmesini önlemek, görünüşü kurtarmak.”Bu girişimimizle zevahiri kurtardık, daha ne istiyorsun?”

Zeval bulmak: Son bulmak, bozulup yok olmak, çökmek.

Zeval vermemek: Zarar ziyan vermemek, korumak.”Allah kimseye zeval vermesin.”

Zevkten dört köşe olmak: Çok mutlu olduğu anlaşılmak, çok sevinip keyiflenmek ve aşırı zevk duymak.”Takımı galip gelince zevkten dört köşe oldu.”

Zevkine varmak: Bir şeyin tadını alabilmek, çıkarmak ve duymak; inceliklerini görebilmek.”O sabah, manzaranın zevkine vardık.”

Zevkini çıkarmak: Bir şeyin tadından, güzelliğinden olabildiğince yararlanabilmek.”Gelin şu gezinin zevkini çıkaralım.”

Zeytinyağı gibi üste çıkmak: Bir konuda haksız olduğunu kabullenmeyerek kurnazlıkla kendini haklı ya da suçsuz çıkarmaya çalışmak.

Zıddına gitmek: Karşısındakini sinirlendirmek, sinirini bozmak; bir şeyin tersine hareket etmek.”Niçin devamlı benim zıddıma gidiyorsun.”

Zılgıt yemek: Azarlanmak, paylanmak.”Senin yüzünden öğretmenden zılgıt yedik.”

Zınk diye durmak: Birdenbire, aniden durmak.”Önümdeki adam zınk diye durunca ne yapacağımı şaşırdım.”

Zırnık (bile) vermemek: Az da olsa, en ufak bir şey de olsa vermemek.”Ona bu mirastan zırnık bile koklatmayacağım.”

Zıvanadan çıkmak: 1. Çok sinirlenip öfkelenmek, taşkınca hareketlerde bulunmak. 2. Delirmek, aklını oynatmak.”Biraz daha konuşup da beni zıvanadan çıkarmayın!”

Zihin açıklığı: İyi, sağlıklı düşünebilme gücü.”Sana Allah`tan zihin açıklığı dilerim.”

Zifiri karanlık: Çok karanlık.”Zifiri karanlıkta yola çıktık.”

Zihni bulanmak (karışmak): Sağlıklı düşünemez olmak, olaylar arasındaki bağlantıyı kaybetmek, ne yapacağını şaşırmak.”Bir anda zihnim bulandı, saçmalamaktan korkup konuşmayı yarıda kestim.”

Zihnini bulandırmak: 1. Kuşkulandırmak. 2. Düşünemez hâle getirmek.

Zihnini çelmek: 1. Bir kimseyi yanıltmak. 2. Kandırıp baştan çıkarmak.

Zihnini kurcalamak: Aklına takılan bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak.”Akşamki mesele zihnimi kurcalayıp duruyor.”

Zihnini oynatmak: Çıldırmak, aklını yitirip delirmek.”Sen zihnini mi oynattın?”

Zil takıp oynamak: Çok sevinmek.

Zimmetine geçirmek: 1. Kendine mal etmek. 2. Bir hesabı birinin borcuna eklemek.”Devletin onca malını zimmetine geçirmiş.”

Zincire vurmak: Prangaya vurmak (mahkûmu).”Bütün esirleri zincire vurup zindana atmışlardı.”

Zindan kesilmek: 1. Çok karanlık duruma gelmek. 2. Yaşanılan yer çok sıkıntı verici, yaşanılamayacak derecede kötü hâle gelmek.

Ziyafet çekmek: Konukları yemek vererek ağırlamak.”Düğünümde bir ziyafet bile çekemedim.”

Ziyan etmek: Yersiz, boş yere harcamak.”O kadar ekmeği ziyan etmeye utanmıyor musun?”

Ziyanı yok: “Önemli değil, önemi yok!” anlamında kullanılır.

Ziyaret etmek: Birini görmeye, biriyle görüşmeye, bir yeri görmeye gitmek.”Hastaları ziyaret etmek görevlerimiz arasındadır.”

Zokayı yutmak: Aldatılıp zarara sokulmak.

Zora binmek: İş güçleşmek, ancak zor kullanarak halledilecek hâle gelmek.”Bir yolunu bulun, sakın işi zora bindirmeyin.”

Zora gelmemek: Sıkıntıya ve baskıya katlanamamak, güçlüğe sabredememek.”Zora gelemem ben, lütfen ısrar etmeyin!”

Zorun ne?: “Ne istiyorsun, amacın ne?” anlamında kullanılır.

Zoru olmak: Kendisini zorlayan bir sıkıntısı, derdi olmak.”Adamın bir zoru olduğu yüzünden belliydi.”

Zurnanın zırt dediği yer: Yapılmakta olan işin en hassas, en önemli, en can alıcı noktası.

Züğürt tesellisi: Kötü bir işte en önemli şeyi kaybettiği zaman bazı önemsiz, iyi olmayan bir yan bularak sevinmek ve kendini avutma.

Zülfüyâre dokunmak: İşle ilgili olanı, hatırlı ve güçlü kimseyi veya yüksek bir makamı kimi söz ve davranışlarla gücendirmek, darılmasına yol açmak.”Hayır geri duramam, zülfüyâre dokunsa da söyleyeceğim.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://dark.nstars.org
 
Atasözleri (V-Y-Z Harfleri)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Atasözleri (T-U-Ü Harfleri)
» Atasözleri ()
» Atasözleri (D-E-F)
» Atasözleri (G-H-I-İ)
» Atasözleri (K-L)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Dark'n Stars :: | Genel KonulaR | :: | Anektod |-
Buraya geçin: